4 Kasım 2015 Çarşamba

19. Sonbahar Öğretmenler Sempozyumu

Sonbahar Öğretmenler Sempozyumu, okul öncesi eğitimden 12. sınıfa kadar tüm branşları kapsayan ve uzmanlık alanlarına göre sunumların gerçekleştirildiği bir günlük bir kongre niteliğindedir. Bu yıl on dokuzuncusu gerçekleştirilen sempozyuma lisemizden 5 öğretmen katıldı; maalesef her oturumdan olmasa da bazılarından zihinlerimiz dolu olarak ayrıldık.


Yazımızda bundan sonraki etkinliklerimiz için bize esin kaynağı olan Robert Kolej Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni Eda Yurdakul'un "Bir Dünya Kurmak: Yaratıcı Yazı Üzerine" adlı sunumundan bahsedeceğiz. Eda Yurdakul'un sunumu bütün dil derslerine uygulanabilecek özellikte olmasından ötürü bizim için örnek teşkil etmektedir. Sunumun özeti niteliğinde olacak olan bu yazımızda öncelikle Eda Yurdakul’a teşekkür etmek isteriz.


Yurdakul,öğretmen olmadan önce öğrenci olmanın, öğrenci gibi düşünmenin gerekliliği üzerinde durmaktadır ve öncesinde Semih Gümüş’ün Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne ve Murat Gülsoy’un Yaratıcı Yazarlık Kursu’na katıldığını belirtmektedir.


Sunumda öğretmen olarak bizlerin öğrencilerimizi yazmaya yetenekli çocuk ve mühendis olmaya aday çocuk gibi kategorilere ayırmamamız gerektiği vurgulanıyor. Yurdakul aslında her öğrencinin yazma becerisinin geliştirilebileceğini ve bu konuda ümitsiz yaklaşmamak gerektiği, önemli olanın sürecin doğru bir şekilde verilmesi olduğu üzerinde duruyor. Bu sürece hazırlanırken de öğretmenlere rehberlik edebilecek kaynaklar olarak Murat Gülsoy’un Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık Kurmacanın Bilinen Sırları ve İhlal Edilebilir Kuralları, Umberto Eco’nun Genç Bir Romancının İtirafları, yine Eco’nun Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı, Semih Gümüş’ün Yazar Olabilir Miyim? (Yaratıcı Yazarlık Dersleri), E. M. Forster’ın Roman Sanatı adlı eserlerini öneriyor.


Jean-Paul Sartre’ın  “Bir insan her zaman hikaye anlatıcısıdır; kendi hikayeleriyle ve başkalarının hikayeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır” ifadesinden hareketle öğrencilerin de kendi hikayelerini dillendirebileceklerini belirtiyor.


Murat Gülsoy’un atölyesinde de belirttiği üzere Leonardo da Vinci’nin uçmak eylemini çözümleyebilmek için işe insan vücudunu tanımakla başladığını, bu uğurda kadavraları incelediğini ve kanat tasarımlarını yaparken var olanı çözmekle yola çıktığını; bizlerin ve öğrencilerin de Gülsoy’un deyimiyle kesip biçip, büyüyü bozduktan sonra anladıklarımızdan yola çıkarak bir sonraki adıma geçebileceğimizi ifade ediyor Yurdakul.


Leonardo da Vinci


İşe öykü çözümlemesi yaparak başlanabileceğini söylüyor. Yurdakul “Öyle bir haleti ruhiye tasarlayın ki öykünün bütün ayrıntılarını yeniden öğrenciler yazsın” diyor.  Yusuf Atılgan’ın Evdeki metnini kendi derslerinde kullandığını belirtiyor. Ardından öğretmenin tasarladığı değil, öğrencinin tasarladığı gerçekliklerin önemli olduğuna değiniyor. Ona göre, hikayede hiç bir şey tesadüfi olamaz ve her sözcüğün arkasında durmalıdır öğrenci; bir sözcük bile çok önemlidir.


Öğrenciler hikayede sadece belirli kelimeleri değiştirerek hikayeyi yeniden kurgulayıp karakterleri değiştirmiş oluyorlar. Yarattıkları yeni karakterin bakış açısına göre hikayeyi ufak değişikliklerle yeniden yazıyorlar. Örneğin, “alır başımı kaçarım” ifadesini “alır başımı giderim” ifadesiyle değiştirdiklerinde karakterlerin duruşları ve tavırları da değişmiş oluyor.
Öğrencilere hikayenin unsurlarını anlatmak için klasik anlatımlardan uzaklaşıp öğrencilerin diline daha çok yaklaşıyor Yurdakul ve örneğin çatışma (conflict) türlerini anlatırken Grant Snider’in karikatürünü kullanıyor.
Snider’ın karikatüründen hareketle öğrencilerin çatışma türlerini daha iyi anlamaları için çatışma türlerine yönelik karikatür çizmelerini istiyor. Ardından öğrencilerin ilk yazma çalışmalarında ufak çaplı çatışmalar kurgulamalarını söylüyor. Bunu yaparken yine öğrencilerin görsel metinleri daha kalıcı hatırlayacakları tezinden yola çıkarak onlara Christopher Nolan’ın  Inception, The Prestige, Memento filmlerini izlemelerini tavsiye ediyor.
Bir sonraki aşamada öğrenciler “Hikaye Tahtası” (Storyboard) kullanarak yazma çalışması yapıyorlar, görsellere hikaye yazıyorlar ve görselleri istedikleri gibi numaralandırıp kendi koydukları numaralara sadık kalarak istediklerini anlatıyorlar. Bu tarz bir çalışma kapsamında öğrencilerden iki farklı metin kurgulamaları isteniliyor. Bilim kurgu yazarı Nancy Kress’in de önerdiği gibi aynı öyküye birçok kısa açılış yazıyorlar. Yine farklı bir yöntem olarak öğrenciler bir tabloya bakıp üzerine konuşup da yazma eylemine başlayabiliyorlar. Bu tarz bir etkinlikte İbrahim Balaban’ın Mapushane Kapısı adlı tablosuna bakıp Nazım Hikmet Ran’ın şiir yazması gibi öğrenciler de tabloyu yorumlayıp detayları görmeye ve ardından yazmaya başlayabilirler. Tablodaki bütün ayrıntıları betimleme yöntemi olan bu yönteme Ekphrasis adı veriliyor.

Mapushane Kapısı-İbrahim Balaban


Sonuç olarak tüm bu yazma sürecinde öğrenciler karakterler mi yaratacaklar yoksa yaşayan insanlar mı ona karar veriyorlar; anlatı kişisini özetlemek yerine gösteriyorlar ve onlar için birer hayat hikayesi yaratıyorlar.

Eda Yurdakul’un bu değerli çalışması ve sunumunu dinledikten sonra doğrusu kendimi bir hayli sorguladım ben derslerimde bu tarz yaklaşımlar benimseyebilir miyim diye. Cevap neden olmasındı. Amacımız öğrencilerin yaratıcılıklarını görmek değil mi zaten? Aynı zamanda onlara ihtiyaç duydukları yazma becerilerini kazandırmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder